1.12.2009

ben nası büyük adam olucam


Bu filmin afişindeki cümle filmin özeti gibi: "Sometimes we all need a little help"..

Filmin başrolünde Robert Pattinson var. Evet, itiraf ediyorum filmi indirme ve izleme nedenim Robert Pattinson ama filmi sevme nedenim kendisi değil kesinlikle. film kendi çapında çok bağımsız, çok şirin, çok absürd bir film. Kahramanımız Arthur hayatında bir dönüm noktasındadır. Kız arkadaşı onu terk eder, annesi ve babasının yanına taşınır ve "hayatını değiştirecek şey"i aramaya başlar. Ve tam o sırada çok sıradan bir kişsel gelişim kitabı okumaya başlar ve kitabın yazarını kendisine yardım etmek için evine davet eder.

Şu afişte de Art'ın sağında ve solunda görmekte de olduğunuz annesi ve babası Arthur'a hiç yardım etmez ve sürekli Arthur'un garip bir çocuk olmasını eleştirirler. "You said I am not normal, so I want to be normal" diyerekten Arthur annesine karşı çıkar çünkü annesi kendisine spor bir araba alan ve eve yabancı birini, yatılı misafir olarak bir kişisel gelişim terapistini çağıran Arthur'u anlamamakta diretir. Filmin sonunda Arthur hayatta neye tutunması gerektiğini bulacaktr. No more spoilers:))

Film bolca İngiliz absürdlükleriyle dolu ve eğlenceli bir film. Bir şekilde Art'la aranızda bir bağ oluşuyor, seviyorsunuz onu. O yalnızlığına ve çabalamasına sempati duyuyor ve ona bir şekilde yardım etmeye çalışıyorsunuz.

Bu arada Robert Pattinson'ın da film müziklerine katkısı olmuş(Kendisini sevmem için başka bir neden!!!Filmdeki karakterin yaşamasını sağlıyor böylece). Bakalım söylediği şarkının sözlerine:

"Life is a stage in which we all play
World is a symphony sarcastic lust..
I'd like to be a part in the global game
But i'm left behind, chokin' on dust"

30.11.2009

the one!


amelie'yi sevdiniz mi?
pushing daisies'in anlatımını peki?
ten things i hate about you'daki küçük cameron'ı hatırladınız mı?

bu kadar quiz yeter!! bu film türkiyeye geldi mi bilmiyorum ama ben burada bir arkadaşımın tavsiyesiyle indirdim izledim bu filmi..inanılmaz inanılmaz tatlı bir film.. tom monoton giden hayatına summer'ın girmesiyle "the one" arayışının sona erdiğini anlamıştır, sorun bunu summer'a da anlatabilmesinde, onu inandırabilmesindedir. bu onların hikayesi, aşk hikayesi değil. spoiler vermeden anlatmak istiyorum ama çok zor.

mutlaka ama mutlaka izleyin..film "yaz"ın o 500 günü üzerinde ileri geri gidip geliyor, diyaloglarıyla, karakterleriyle ve en çok da müzikleriyle insanı büyülüyor. the beatles ve the smiths hakkında daha çok şey okumak ve onları daha çok dinlemek isteyeceksiniz eminim ama ben filmin başındaki regina spektor'ın "us" adlı şarkısına da bayıldım:



29.11.2009

yeni başlayanlar için yunanca

buraya 09-09-09da geldim 9 hep en sevdiğim sayı olmuştur. her zaman 9 sayısıyla ilgili bişiler bulurdum, kaderimmiş heralde. okul numaralarım hep 9a veya katlarına tamamlardı: 333, 54, 357

madem yunanistandayız:))biraz yunanca kursuyla başlayalım. ilk geldiğim zaman elimdeki sözlükten ve turist kitaplarından birkaç parça bir şey kapmaya çalıştım ama anladım ki en güzeli konuşarak ve insanları dinleyerek öğrenmek, çünkü kitaptan baktığın zaman çok komik duruma düşebiliyorsun. Yabancı birinin gelip Türkçe konuşmaya çalışması gibi: "Benim ad neyney, çok memmmum oldum, Nasilsiniz?" gibi oluyor. Ama dinledikçe "Selam dostum naber?" gibi kapıyorsun olayı. Ben de size o duyguyu vericem burada şimdi:

- Yasu, ime i neyney. (eğer erkekseniz ime o ahmet demeniz lazım)=>Selam, ben neyney.
- Ti kanis. (Naber, wassup gibi sıcak bi anlamı var arkadaşlarınıza direk)=>Naber
- Kala ise? => iyi misin? bu da türkçede nassın iyi misin gibi gidiyo:)
- İme kala=> iyiyim
- Efharisto => teşekkürler (kısa ve net her cümlenin sonuna koy senden kibarı yok)
- Efharisto para poli => çok teşekkürler (bu benim gibi kibarlıktan kırılanlara güzel)
- Signomi => pardon (işte bu çok önemli her yerde birilerine çarpıp duran ben için efharistodan bile daha önemli)
- Oriste=> buyrun (para verirken, yer verirken her yerde)
- Hronia pola (doğum günün kutlu olsun, iyi bayramlar, tebrikler, mutlu yıldönümleri fln her şeye gidiyo bu)
- Ssis? => Siz.
- Esi? => ya sen.
- Yasas => merhabalar, görüşmek üzere (resmi biraz)
- Ti? => ne (anlamayınca çok işe yarıo)
- Ne => evet (hatta konuşmalarında çokça aralarda nenenenenee dediklerini duyuyorum ben de kullanıyorum)
- Ohi =>hayır. (ohhi derkenki o hye olan baskı önemli)
- Ella => hadi( bi de telefonu da ella diye açıolar)

Biraz da ortak kelimelerden bahsedeyim.. Aslında o kadar o kadar çok ortak kelime var ki hangi birini buraya yazalım ki, aklıma gelenlerden birkaç tane:
Yunanca Türkçe
portakali portakal
faraşi faraş
pabuçia pabuç
tulumbakia tulumba tatlısı
zaziki cacık
çanta çanta
bluza bluz
kalorifer kalorifer
pantaloni pantalon
kudi kutu
bira bira
çay çay
bugaca poğaça(teknik olarak aynı şey değil,onlarınki tatlı)
raki rakı(farklı birazcık)
klidi kilit(klidi aslında anahtar kilit deil)
hadi hadi
hass... hass.. (evet kullanıolar:)anlamını bilmeden)
mezedes meze
dolma dolma,sarma

Daha çok aklıma geliyor ama burayı doldurmak istemiorum yine oldukça yazarım ki son dikkat etmemiz gereken şey de "malaka" kelimesi..

bu kelime bizim "lan"la eş değer. her şeye her konuşmanın arasına giriyor.gerçek anlamını pek bilmek istemezsiniz bence..ama konuşmalarda en çok duyacağınız budur..arkadaşlarına da sinirlendikleri insanlara da "malaka malaka" diyip dururlar.

hadi filia(öptüm)

long time no see

selams blog..

çok uzun zaman olmuş ya buraya yazmayalı.. tam o son blog yazısını yazdığum gün hayatımda en dip hissettiğim gündü ama o yazıyı girdikten birkaç saat sonra Atina!da bir işten teklif aldım ve geldim. 3 ay oldu, inanılmaz ve burayı seviyorum.

Blogumu da seviyorum ama çok uzak kalmışız. Bu akşamdan itibaren yazıcam buraya bayağı bir şey.. Hem Atina hem genel..

Yasu blog apo Atina(Atinadan selam blog!!)

Hadi bakalım:)

31.08.2009

Çok dinledim galiba #1

Bundan sonra o hafta en çok dinlediğim ve dinlerken en çok eğlendiğim şarkıları sizinle paylaşayım dedim. Blog dediğimiz şey ne ki, bir odadan çıkmadan yaşayan bizler için tüm dünyaya açılan kapımız,bir paylaşım demek değil mi:)

İlk haftamızın şarkısı Lily Allen'dan "Knock'em out". Kız kıza eğlenmeye giden grupların sorunlarından biri de kesip duran tiplerdir. Ülkemizde bu kadar kolay olmasa da yurtdışında bu tipler genellikle gruptaki bir kızın yanına gelir, yapışır ve ayrılmaz. Bu şarkıda da o tipleri kovmak için kolay bahaneler var:) Dinleyelim, eğlenelim:))


Knock Em Out

ölümden sonra aşka inanır mısınız?"


Doğumumdan 23 yıl, 2 ay, 25 gün, 6 saat ve 52 dakika geçtiği anda Pushing Daisies'in son sahnesini de izleyip ekranı kapatmıştım. Dizi kirliliğinin içerisinde Pushing Daisies'de farklı bir şeyler vardı. Reklamını CNBC-e de ilk gördüğüm zaman izlemek istemiştim diziyi. Çoğu insan gibi ben de Amelie'nin tarzına benzetmiştim diziyi ki haksız çıkmamışız da.. Dizinin her bir bölümü -ki maalesef toplamda sadece 22 bölüm var- ayrı bir güzellik taşıyor ve bölüm boyunca dizideki diyaloglar, olaylar insanın yüzünde ister istemez bir gülümseme oluşturuyor.

Aslında temelinde ölüm olan bir olay nasıl gülümseme oluşturabilir? Diziyi bilmeyenler için kısaca anlatayım konusunu: Ned, Pie Hole'ün sahibi ve çok ünlü bir turta yapımcısıdır. Bir yandan da Özel dedektif Emerson Cod'a birçok cinayetin çözümünde yardımcı olmaktadır. Ama nasıl? Ned ölüleri bir dokunuşla canlandırabiliyordur ancak 60 saniye sonra tekrar dokunup onları ölüme tekrar göndermezse çevredeki başka bir insan ölmektedir. " First touch life, second touch death forever":)) Ned, çocukluk aşkı Chuck'ın ölümünü öğrenir ve Emerson Cod'la araştırmaya gittiklerinde Chuck o kadar güzel ve hayat dolu uyanır ki Ned ona ikinci kez tekrar dokunamaz ve bizim dizi maceramız böyle başlar. Ve maalesef birbirlerine hiçbir zaman dokunamayacaklardır, çünkü second touch death forever:((

Diziye "forensic fairy tale" diyor dizinin yapımcıları: kriminal masal. Evet ilginç bir tanımlama ama tam karşılıyor. Her bölümde bir cinayeti çözümlemeye çalışıyorlar ama sadece 60 saniyede öğrenebildikleriyle. Dizinin anlatıcısı, sizi ne kadar onların hızına yetişebilmeniz için sürekli bilgilendirse de olayların akışı ve konuşmaları o kadar hızlı ki, dizinin bazı kısımlarına tekrar göz atınca yaratıcı ve tatlı ötesi bazı diyalogları kaçırdığıma üzülüyorum. Bu diziyi tekrar tekrar izleyebilirim sanırsam:)

24.08.2009

bu diziyi sevmemin 10 sebebi



Başlık tanıdık geldi mi?? Çook çook sevdiğim Heath Ledger'ın ölümünün ardından çokça gündeme geldi ilk ünlü olduğu film "10 Things I hate about you". Shakespeare'nin Hırçın Kız oyununun güncel uyarlaması olan filmde Kat ve Bianca adlı iki kızkardeşin babalarının koyduğu "Kat birisiyle çıkmadan Bianca kimseyle çıkamaz" kuralı üzerine Bianca, kendisine onu ilk gördüğü anda "I burn, I pine, I perish" lafıyla aşık olan Cameron'a bu çok inatçı, zıt Kat'e bir erkek arkadaş ayarlamasını rica eder. Cameron da hapishaneden yeni çıktığı iddia edilen, korkutucu Patrick Verona'ya Kat'le çıkmasına ikna için para öder. Ancak Patrick sonunda Kat'e aşık olur veee mutlu son.

Bu filmin 10.yıldönümü ve Heath Ledger anısına birazcık belki de dizileştirmeye karar vermişler bu unutulmaz filmi. Çok da güzel olmuş. Şu anda yedinci bölümünde dizi. Her hafta Çarşamba sabahı yaptığım ilk iş bu diziyi indirmek oluyor. Neden çok sevdim bakalım bi:

1- Dizinin oyuncuları: Ethan Peck(Patrick) - Lindsay Shaw(Kat) ikilisi güzel olmuş. İyi bir kimya yakalamışlar derler ya, aynen öyle. Ayrıca baba Stratford'ı hatırlarsınız, yine o kalmış, iyi ki de kalmış.

2- Karakterlerdeki ufak değişimler: Patrick bu sefer paranın peşinde değil, ilk baştan Kat'ten hoşlanıyor. Kat daha güçlü bir karakter, sadece feminizimle değil, dünyanın güncel sorunlarıyla ilgileniyor. Bianca da sesiyle, konuşmasıyla hareketiyle o eski filmdeki saf kız halinden biraz sıyrılmış, popülerlikle kafayı bozmuş.

3- Diyaloglar
: Diyaloglar popüler kültürle ve gündemle bayağı ilgili. Diziyi izlerken sürekli bir referans var. Tabii ki en sevdiğim Patrick'in Edward Cullen gibi pencereden girip "A vampire, give me a permission to enter" demesi.

4- Ethan Peck'in sesi: Kesinlikle!!!

5- 20 dakika sürmesi: Baymıyor ve her anı dolu dolu.

6- Lindsey Shaw'un tarzı ve saçları: Çok kendine özgü. Ben yapsam bende öyle güzel durmaz.

7- Kızkardeşlerin ilişkisi:
Benim kardeşimle olan ilişkime çok benziyor. O da her şeyi ister ve ben hep ona kızarım, ama sonra en sorunlu en çılgın şeyleri yapan da hep ben olmuşumdur:)

8- Filmin taklidi olmaması: Kendine özgü bir tarzı var dizinin. Ve kesinlikle farklı gideceğine inanıyorsunuz ki çoğu sahne de temelde benziyor gibi görünse de farklı bir tat veriyor.

9- Dizi olması: Film iki saatte bitiyor, ama bu bitmiyor, her hafta var ve tutarsa devamını da görücez oleey!

10- Bu diziyi bana sevdirecek 9 tane ayrı sebebin olması ve asıl en büyük sebebin en başta Heath Ledger ve Julie Stiles'ın versiyonunun o kadar güzel olması. Ve oradaki sahnelerin benzerlerini nasıl yapacaklar diye her hafta merakla beklememe neden olmaları.

İzlemek için çok zorlanmanıza gerek yok. Milyonlarca link Google'da sizi bekliyor. Ama yine de çok üşeniyorum diyenler için buraya tıklayarak rapidshare linklerine ulaşmaları için yol gösterelim.