31.08.2009

Çok dinledim galiba #1

Bundan sonra o hafta en çok dinlediğim ve dinlerken en çok eğlendiğim şarkıları sizinle paylaşayım dedim. Blog dediğimiz şey ne ki, bir odadan çıkmadan yaşayan bizler için tüm dünyaya açılan kapımız,bir paylaşım demek değil mi:)

İlk haftamızın şarkısı Lily Allen'dan "Knock'em out". Kız kıza eğlenmeye giden grupların sorunlarından biri de kesip duran tiplerdir. Ülkemizde bu kadar kolay olmasa da yurtdışında bu tipler genellikle gruptaki bir kızın yanına gelir, yapışır ve ayrılmaz. Bu şarkıda da o tipleri kovmak için kolay bahaneler var:) Dinleyelim, eğlenelim:))


Knock Em Out

ölümden sonra aşka inanır mısınız?"


Doğumumdan 23 yıl, 2 ay, 25 gün, 6 saat ve 52 dakika geçtiği anda Pushing Daisies'in son sahnesini de izleyip ekranı kapatmıştım. Dizi kirliliğinin içerisinde Pushing Daisies'de farklı bir şeyler vardı. Reklamını CNBC-e de ilk gördüğüm zaman izlemek istemiştim diziyi. Çoğu insan gibi ben de Amelie'nin tarzına benzetmiştim diziyi ki haksız çıkmamışız da.. Dizinin her bir bölümü -ki maalesef toplamda sadece 22 bölüm var- ayrı bir güzellik taşıyor ve bölüm boyunca dizideki diyaloglar, olaylar insanın yüzünde ister istemez bir gülümseme oluşturuyor.

Aslında temelinde ölüm olan bir olay nasıl gülümseme oluşturabilir? Diziyi bilmeyenler için kısaca anlatayım konusunu: Ned, Pie Hole'ün sahibi ve çok ünlü bir turta yapımcısıdır. Bir yandan da Özel dedektif Emerson Cod'a birçok cinayetin çözümünde yardımcı olmaktadır. Ama nasıl? Ned ölüleri bir dokunuşla canlandırabiliyordur ancak 60 saniye sonra tekrar dokunup onları ölüme tekrar göndermezse çevredeki başka bir insan ölmektedir. " First touch life, second touch death forever":)) Ned, çocukluk aşkı Chuck'ın ölümünü öğrenir ve Emerson Cod'la araştırmaya gittiklerinde Chuck o kadar güzel ve hayat dolu uyanır ki Ned ona ikinci kez tekrar dokunamaz ve bizim dizi maceramız böyle başlar. Ve maalesef birbirlerine hiçbir zaman dokunamayacaklardır, çünkü second touch death forever:((

Diziye "forensic fairy tale" diyor dizinin yapımcıları: kriminal masal. Evet ilginç bir tanımlama ama tam karşılıyor. Her bölümde bir cinayeti çözümlemeye çalışıyorlar ama sadece 60 saniyede öğrenebildikleriyle. Dizinin anlatıcısı, sizi ne kadar onların hızına yetişebilmeniz için sürekli bilgilendirse de olayların akışı ve konuşmaları o kadar hızlı ki, dizinin bazı kısımlarına tekrar göz atınca yaratıcı ve tatlı ötesi bazı diyalogları kaçırdığıma üzülüyorum. Bu diziyi tekrar tekrar izleyebilirim sanırsam:)

24.08.2009

bu diziyi sevmemin 10 sebebi



Başlık tanıdık geldi mi?? Çook çook sevdiğim Heath Ledger'ın ölümünün ardından çokça gündeme geldi ilk ünlü olduğu film "10 Things I hate about you". Shakespeare'nin Hırçın Kız oyununun güncel uyarlaması olan filmde Kat ve Bianca adlı iki kızkardeşin babalarının koyduğu "Kat birisiyle çıkmadan Bianca kimseyle çıkamaz" kuralı üzerine Bianca, kendisine onu ilk gördüğü anda "I burn, I pine, I perish" lafıyla aşık olan Cameron'a bu çok inatçı, zıt Kat'e bir erkek arkadaş ayarlamasını rica eder. Cameron da hapishaneden yeni çıktığı iddia edilen, korkutucu Patrick Verona'ya Kat'le çıkmasına ikna için para öder. Ancak Patrick sonunda Kat'e aşık olur veee mutlu son.

Bu filmin 10.yıldönümü ve Heath Ledger anısına birazcık belki de dizileştirmeye karar vermişler bu unutulmaz filmi. Çok da güzel olmuş. Şu anda yedinci bölümünde dizi. Her hafta Çarşamba sabahı yaptığım ilk iş bu diziyi indirmek oluyor. Neden çok sevdim bakalım bi:

1- Dizinin oyuncuları: Ethan Peck(Patrick) - Lindsay Shaw(Kat) ikilisi güzel olmuş. İyi bir kimya yakalamışlar derler ya, aynen öyle. Ayrıca baba Stratford'ı hatırlarsınız, yine o kalmış, iyi ki de kalmış.

2- Karakterlerdeki ufak değişimler: Patrick bu sefer paranın peşinde değil, ilk baştan Kat'ten hoşlanıyor. Kat daha güçlü bir karakter, sadece feminizimle değil, dünyanın güncel sorunlarıyla ilgileniyor. Bianca da sesiyle, konuşmasıyla hareketiyle o eski filmdeki saf kız halinden biraz sıyrılmış, popülerlikle kafayı bozmuş.

3- Diyaloglar
: Diyaloglar popüler kültürle ve gündemle bayağı ilgili. Diziyi izlerken sürekli bir referans var. Tabii ki en sevdiğim Patrick'in Edward Cullen gibi pencereden girip "A vampire, give me a permission to enter" demesi.

4- Ethan Peck'in sesi: Kesinlikle!!!

5- 20 dakika sürmesi: Baymıyor ve her anı dolu dolu.

6- Lindsey Shaw'un tarzı ve saçları: Çok kendine özgü. Ben yapsam bende öyle güzel durmaz.

7- Kızkardeşlerin ilişkisi:
Benim kardeşimle olan ilişkime çok benziyor. O da her şeyi ister ve ben hep ona kızarım, ama sonra en sorunlu en çılgın şeyleri yapan da hep ben olmuşumdur:)

8- Filmin taklidi olmaması: Kendine özgü bir tarzı var dizinin. Ve kesinlikle farklı gideceğine inanıyorsunuz ki çoğu sahne de temelde benziyor gibi görünse de farklı bir tat veriyor.

9- Dizi olması: Film iki saatte bitiyor, ama bu bitmiyor, her hafta var ve tutarsa devamını da görücez oleey!

10- Bu diziyi bana sevdirecek 9 tane ayrı sebebin olması ve asıl en büyük sebebin en başta Heath Ledger ve Julie Stiles'ın versiyonunun o kadar güzel olması. Ve oradaki sahnelerin benzerlerini nasıl yapacaklar diye her hafta merakla beklememe neden olmaları.

İzlemek için çok zorlanmanıza gerek yok. Milyonlarca link Google'da sizi bekliyor. Ama yine de çok üşeniyorum diyenler için buraya tıklayarak rapidshare linklerine ulaşmaları için yol gösterelim.

17.08.2009

BDDGSBBY:)


Tanıştırayım:
ENDURANCE (Environmentally Non-Disturbing Under-ice Robotic ANtarctiC Explorer) yani Çevreyi rahatsız etmeyen buz altı robotik antarktik kaşifi. (çeviren notu: çeviren benim:))
Amerikalıların en sevdiği şeylerden biri de böyle her şeye bir kısaltma yaratmak. Nereye baksanız bir kısaltma bir şey. Bu konudaki ilk "Eureka" diyişim bildiğimiz lazerin aslında baş harfleri L,A,S,E ve R olan (Light Amplification by Stimulated Emission of Radiation) yani "Radyasyonun uyarılmış yayılmasıyla ışığın artırılması" olduğunu öğrendiğim zamandır. ENDURANCE da öyle,ilginç ama gereksiz. Adamlar bir robot yapıyor sonra da buna kısaltma bir isim bulalım diye kasıyorlar. Bizim bitirme projesi de böyleydi: MANGO (Multiagent environment for global optimization). bildiğimiz mango değil yani:) Hatta bitirme sunumunda arkaplana da mango meyvesinin resmini koymuştuk. Nereden nereye..

Şu bilimsel kısaltmalar kadar ilginç bir şey de ünlü çiftlere buldukları kısaltmalar. Böyle biraz bir isimden biraz diğerinden. Karıştıyorsun çok kolay. En ilkellerinden ya da benim bildiğim zaman diliminde ilk aklımda kalanlardan: Bennifer vardır mesela. Ben Affleck- Jennifer Lopez. Haberlerde, konuşmalarda hep ne yapsalar ne etseler Benniferdır onlar. Ayrı düşünemezsiniz. Ayrıldıkları zaman da bu kısaltma da onlarla birlikte yokolur. Bennifer'ın yok olduğunu söylemeyim. Yok artık, azıcık magazin biliyoruz hepimiz:)
Brangelina: Brad Pitt- Angelina Jolie. "Brangelina aşağı, Brangelina yukarı". Brangelina çocuklarıyla burada, şurada, yok dadı mevzusu fln fln. Uzar gider.
Benim en çok takip ettiğim tabii ki : Robsten: Robert Pattinson- Kristen Stewart. Her iki başrol oyuncusunun başına gelen " Ay çok yakışıyorlar" yakıştırmasından fazlası var onlarda. Beraberler, değiller, yok Kristen eski sevgilisinden ayrıldı, ayrılmadı, Robert peşini bırakmıyor, başka kızlarla geziyor, yok film şirketi birarada görünmelerini yasaklıyor, Taylorla(New moonda vampirimiz Edwarddan daha çok göreceğimiz çoğu insanın sevmediği kurtadam rolünde kendisi) Kristenın daha çok birarada olması ne anlama geliyor gibi milyonlarca haber var internette.Oku oku bitmiyor yahu. Bütün gün de insanın işi olmayınca bunlara bulaşıyor tabi. Robsten Lovers gibi bir sürü hayran siteleri var. Yav birkaç seneye unutuluo gidecekler, başka ne insanlarla isimlerini birleştirip yeni takma adlarla magazinde yer alacaklar ama insan seviyor işte, böyle kısaltmayı da üzerine düşünüp gereksiz yazıları okumayı da.:)

BDDGSBBY : Bu da diğerleri gibi sıradan bir blog yazısı:)

14.08.2009

yazasım var..

Evet hem de tüm İngilizlere:))(çok iddialı girdim olaya yaa:) ) Tam "Jude Law piyasadan silindi, eh hem de İngiliz hayranlığı da bir yere kadar, di mi efendim?" derken RPattz-Robert Pattinson karşımıza çıktı. Edward Cullen olarak zaten karakterini her şeyini ne kadar sevdiğimi belirtmiştim önceden. Ama İngiliz aksanıyla kendi konuşmasını dinleyince hala tam bir İngiliz hayranı olduğum ortaya çıktı.

Bir çırpıda aklıma gelen sevdiğim İngilizleri sıralayım bari:

1- Robert Pattinson: Benim yaşıtım+İngiliz aksanı+Çok sade+Çok doğal+Müzisyen...(bitmicek:)burada bırakıyorum listelemeyi)

2- Ed Westwick(Gossip Girl'ün Chuck'ı): Karizma + Aşırı güzel ve kalın ses + Kendine ait bir müzik grubu(Filthy Youth) + Orada solist + Güzel şarkılar + Chuck olarak da aşırı süper bir karakter

3- Lily Allen : Güzel kafa yormayan şarkılar + Sözleri komik + Dinlendirici + Can sıkıntısına birebir

4- Razorlight, Prodigy, Kaiser Chiefs: Üçü de RocknCoketaydı + Üçü de çok enerjik + Razorlight benim için daha çok öne çıkıyor solistinden dolayı, neyse:) + Kaliteli müzik + Her zaman bekleriz.

5- Harry Potter: Evet kendisini karakter olarak çok sevmedim ama kitaplarını okumamı engelleyen tek şey gözlerimin aşırı ağrısıydı. Off gençlik ya.. Serideki 6.kitaptı sanıyorum, o kitabın çıkmasını nasıl beklediğimizi ve almak için dersaneden koşuşumuzu hatırlarım. (evet, o günden sonra test kitaplarım üç gün özledi beni:)) )

6- Arctic Monkeys : Onların ilk iki albümü + Bi de yeni albümleri (thanks to JD:)) + bi de aksanları

7- İngiliz aksanı: Bu yukardakilerin hepsinin belki de altındaki neden şu caaanım İngiliz aksanı:) can't i kaaant diye okumalarını bile sevsinler:) hatta asıl onu sevsinler:)

-ingiliz hayranlığı : anglomania:) evet anglomaniacım :)

yeni arayüz, olmuş mu?

* yeni arayüze geçtim..hani hayat çok tekdüze olunca biraz değişiklik isteyince depresyona girince fln saçlarını değiştirsin ya, bu da öyle oldu sanırsam..daha çok değişir:)ee ne yapayım. sizin de hayatınız tüm gün dizi film kitap üçlüsü ve 4 duvar arasında geçerse siz de değişiklik arıyorsunuz:)

3.08.2009

iyi ki doğdun bloog:)


artık herkesin doğumgününü facebooktan hatırlıyor oldum. Hatta Facebook ilk başta sadece o gün olan insanların doğumgününü gösteriyordu ya. Değişen arayüzde değişen şeylerden biri de sadece o gün olan değil birkaç gün sonra olanların da doğumgününü göstermeye başlamıştı ve ben birkaç insanın doğumgününü böyle erkenden kutlamıştım itiraf ediyorum.
Bu blogunda doğumgünü aslında 11 Ağustos ama ben erken kutlamayı seçiyorum. Neden olmasın canım? Aslında fikri kafamda uzun süredir olan blog bir yaz tatili sıkıntısı ile canlanmıştı o gün. Film şeridi gibi bir bakalım mı?

- İlk yazım sadece bir satırdan oluşuyor ve sadece 9 kelime. (9 sayısının hayatımda yeri çok, herkesin uğurlu bir sayısı olur ya, benim de 9- ona bir yazımda değineyim bari:) )
- İlk başlarda sadece ben bakıyordum. İkinci üçüncü yazımdan sonra kardeşime ve liseden bir arkadaşıma bahsettim blogumdan.
- Google Analytics'i oluşturdum. Google Analytics sayesinde nereden, hangi gün kaç tık almış bu site fln hepsini görebiliyorsunuz. Benim de gördüğüm birkaç Adana tıklaması ve random olarak kendini bu sitede bulanlar oldu.
- Sonra gelen ziyaretçiyi umursamamaya ve bu yazıları bir günlük halinde kendim için yazmaya karar verdim. Fena da olmadı. Yolda giderken bile bir yazı aklıma geliyordu o zaman. Saçma da olsa yazayım diyordum. Sonra yazmayı da unutuyordum ama bir blogum olduğunu bilmek ve aklımdakileri bir yere aktarabileceğimi bilmek büyük mutluluktu.
- İzlediğim filmler, dinlediğim müzikler, sevdiğim şeylerin bir kısmını buraya döktüm. Tekrar bakınca hoş oluyor benim için.
- Okul başlayınca biraz boşlamışım ama hiçbir ayı da boş geçmemişim. Hep bir şeyler olmuş burda. Toplam 46 yazı varmış şimdiye kadar. Aslında çok az. Blog açıp sonradan unutan çoğunluktan biri olmak üzereyim. Aman tanrım!
- Sonra bizim arkadaşlardan da blog açanlar oldu. Hatta izleyicilerim de var, benim izlediğim de. Karşılıklı şakalaştık, yorumlar yazdık, birbirimizin yazılarını takip ettik, yazı fikirleri verdik birbirimize, blog bizim için bir nevi sosyalleşme ortamı oldu. ( Yaş 80 yannız:) )
- Taslak oluşturup yazmadıklarım da oldu. Öylesine bir anda açıp yazdıklarım da. Aslında tüm yazılarım öyle. Plansız direk yazıyorum, sonra açıp bir de imla hatalarıyla uğraşıyorum. ("çok uğraşmışsın belli" dediğinizi duyar gibiyim)
- Kenarlarına koyulacaklarla uğraştım. Eklemeler çıkarmalar, kimler izliyor, kimlerin bloguna bakıyorum, Şekspir amca ne güzel sözler söylemiş ve etiketler bölümünden sonra bir de AdSense koydum. Merak ettiğimden nasıl çalıştığını.

Bööööyle bir sene geçmiş:) Daha nice senelere, iyi ki varsın blog:)

Not: Bu yazım için resim araması yaparken wikipediada ilginç bir şey gördüm paylaşayım: "Yaşgünü paradoksu" diye bir şey varmış. Buna göre 23 kişilik bir grupta aynı gün doğumgünü olan insanların olma olasılığı %50yken, 57 kişilik bir grupta bu olasılık %99a ve doğal olarak da 366 kişilik bir grupta da - artık yılları saymazsak- %100 oluyor bu olasılık.
Doğal olarak milyonlarca blog arasında benim blogumla aynı gün doğan bloglara da gelsin bu yazı o zaman:) Birilerinin birileriyle bir şeyler paylaşmasını sağladığınız için teşekkürler:) ay çok tatlısınız:)