tatlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tatlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1.12.2009

ben nası büyük adam olucam


Bu filmin afişindeki cümle filmin özeti gibi: "Sometimes we all need a little help"..

Filmin başrolünde Robert Pattinson var. Evet, itiraf ediyorum filmi indirme ve izleme nedenim Robert Pattinson ama filmi sevme nedenim kendisi değil kesinlikle. film kendi çapında çok bağımsız, çok şirin, çok absürd bir film. Kahramanımız Arthur hayatında bir dönüm noktasındadır. Kız arkadaşı onu terk eder, annesi ve babasının yanına taşınır ve "hayatını değiştirecek şey"i aramaya başlar. Ve tam o sırada çok sıradan bir kişsel gelişim kitabı okumaya başlar ve kitabın yazarını kendisine yardım etmek için evine davet eder.

Şu afişte de Art'ın sağında ve solunda görmekte de olduğunuz annesi ve babası Arthur'a hiç yardım etmez ve sürekli Arthur'un garip bir çocuk olmasını eleştirirler. "You said I am not normal, so I want to be normal" diyerekten Arthur annesine karşı çıkar çünkü annesi kendisine spor bir araba alan ve eve yabancı birini, yatılı misafir olarak bir kişisel gelişim terapistini çağıran Arthur'u anlamamakta diretir. Filmin sonunda Arthur hayatta neye tutunması gerektiğini bulacaktr. No more spoilers:))

Film bolca İngiliz absürdlükleriyle dolu ve eğlenceli bir film. Bir şekilde Art'la aranızda bir bağ oluşuyor, seviyorsunuz onu. O yalnızlığına ve çabalamasına sempati duyuyor ve ona bir şekilde yardım etmeye çalışıyorsunuz.

Bu arada Robert Pattinson'ın da film müziklerine katkısı olmuş(Kendisini sevmem için başka bir neden!!!Filmdeki karakterin yaşamasını sağlıyor böylece). Bakalım söylediği şarkının sözlerine:

"Life is a stage in which we all play
World is a symphony sarcastic lust..
I'd like to be a part in the global game
But i'm left behind, chokin' on dust"

31.08.2009

ölümden sonra aşka inanır mısınız?"


Doğumumdan 23 yıl, 2 ay, 25 gün, 6 saat ve 52 dakika geçtiği anda Pushing Daisies'in son sahnesini de izleyip ekranı kapatmıştım. Dizi kirliliğinin içerisinde Pushing Daisies'de farklı bir şeyler vardı. Reklamını CNBC-e de ilk gördüğüm zaman izlemek istemiştim diziyi. Çoğu insan gibi ben de Amelie'nin tarzına benzetmiştim diziyi ki haksız çıkmamışız da.. Dizinin her bir bölümü -ki maalesef toplamda sadece 22 bölüm var- ayrı bir güzellik taşıyor ve bölüm boyunca dizideki diyaloglar, olaylar insanın yüzünde ister istemez bir gülümseme oluşturuyor.

Aslında temelinde ölüm olan bir olay nasıl gülümseme oluşturabilir? Diziyi bilmeyenler için kısaca anlatayım konusunu: Ned, Pie Hole'ün sahibi ve çok ünlü bir turta yapımcısıdır. Bir yandan da Özel dedektif Emerson Cod'a birçok cinayetin çözümünde yardımcı olmaktadır. Ama nasıl? Ned ölüleri bir dokunuşla canlandırabiliyordur ancak 60 saniye sonra tekrar dokunup onları ölüme tekrar göndermezse çevredeki başka bir insan ölmektedir. " First touch life, second touch death forever":)) Ned, çocukluk aşkı Chuck'ın ölümünü öğrenir ve Emerson Cod'la araştırmaya gittiklerinde Chuck o kadar güzel ve hayat dolu uyanır ki Ned ona ikinci kez tekrar dokunamaz ve bizim dizi maceramız böyle başlar. Ve maalesef birbirlerine hiçbir zaman dokunamayacaklardır, çünkü second touch death forever:((

Diziye "forensic fairy tale" diyor dizinin yapımcıları: kriminal masal. Evet ilginç bir tanımlama ama tam karşılıyor. Her bölümde bir cinayeti çözümlemeye çalışıyorlar ama sadece 60 saniyede öğrenebildikleriyle. Dizinin anlatıcısı, sizi ne kadar onların hızına yetişebilmeniz için sürekli bilgilendirse de olayların akışı ve konuşmaları o kadar hızlı ki, dizinin bazı kısımlarına tekrar göz atınca yaratıcı ve tatlı ötesi bazı diyalogları kaçırdığıma üzülüyorum. Bu diziyi tekrar tekrar izleyebilirim sanırsam:)

24.08.2009

bu diziyi sevmemin 10 sebebi



Başlık tanıdık geldi mi?? Çook çook sevdiğim Heath Ledger'ın ölümünün ardından çokça gündeme geldi ilk ünlü olduğu film "10 Things I hate about you". Shakespeare'nin Hırçın Kız oyununun güncel uyarlaması olan filmde Kat ve Bianca adlı iki kızkardeşin babalarının koyduğu "Kat birisiyle çıkmadan Bianca kimseyle çıkamaz" kuralı üzerine Bianca, kendisine onu ilk gördüğü anda "I burn, I pine, I perish" lafıyla aşık olan Cameron'a bu çok inatçı, zıt Kat'e bir erkek arkadaş ayarlamasını rica eder. Cameron da hapishaneden yeni çıktığı iddia edilen, korkutucu Patrick Verona'ya Kat'le çıkmasına ikna için para öder. Ancak Patrick sonunda Kat'e aşık olur veee mutlu son.

Bu filmin 10.yıldönümü ve Heath Ledger anısına birazcık belki de dizileştirmeye karar vermişler bu unutulmaz filmi. Çok da güzel olmuş. Şu anda yedinci bölümünde dizi. Her hafta Çarşamba sabahı yaptığım ilk iş bu diziyi indirmek oluyor. Neden çok sevdim bakalım bi:

1- Dizinin oyuncuları: Ethan Peck(Patrick) - Lindsay Shaw(Kat) ikilisi güzel olmuş. İyi bir kimya yakalamışlar derler ya, aynen öyle. Ayrıca baba Stratford'ı hatırlarsınız, yine o kalmış, iyi ki de kalmış.

2- Karakterlerdeki ufak değişimler: Patrick bu sefer paranın peşinde değil, ilk baştan Kat'ten hoşlanıyor. Kat daha güçlü bir karakter, sadece feminizimle değil, dünyanın güncel sorunlarıyla ilgileniyor. Bianca da sesiyle, konuşmasıyla hareketiyle o eski filmdeki saf kız halinden biraz sıyrılmış, popülerlikle kafayı bozmuş.

3- Diyaloglar
: Diyaloglar popüler kültürle ve gündemle bayağı ilgili. Diziyi izlerken sürekli bir referans var. Tabii ki en sevdiğim Patrick'in Edward Cullen gibi pencereden girip "A vampire, give me a permission to enter" demesi.

4- Ethan Peck'in sesi: Kesinlikle!!!

5- 20 dakika sürmesi: Baymıyor ve her anı dolu dolu.

6- Lindsey Shaw'un tarzı ve saçları: Çok kendine özgü. Ben yapsam bende öyle güzel durmaz.

7- Kızkardeşlerin ilişkisi:
Benim kardeşimle olan ilişkime çok benziyor. O da her şeyi ister ve ben hep ona kızarım, ama sonra en sorunlu en çılgın şeyleri yapan da hep ben olmuşumdur:)

8- Filmin taklidi olmaması: Kendine özgü bir tarzı var dizinin. Ve kesinlikle farklı gideceğine inanıyorsunuz ki çoğu sahne de temelde benziyor gibi görünse de farklı bir tat veriyor.

9- Dizi olması: Film iki saatte bitiyor, ama bu bitmiyor, her hafta var ve tutarsa devamını da görücez oleey!

10- Bu diziyi bana sevdirecek 9 tane ayrı sebebin olması ve asıl en büyük sebebin en başta Heath Ledger ve Julie Stiles'ın versiyonunun o kadar güzel olması. Ve oradaki sahnelerin benzerlerini nasıl yapacaklar diye her hafta merakla beklememe neden olmaları.

İzlemek için çok zorlanmanıza gerek yok. Milyonlarca link Google'da sizi bekliyor. Ama yine de çok üşeniyorum diyenler için buraya tıklayarak rapidshare linklerine ulaşmaları için yol gösterelim.

2.06.2009

bite me:)


off bunu buraya yazmak istemiyordum ama artık dayanamicam bu yaşımda tekrar ergen triplerindeyim bu Twilight(Alacakaranlık) serisinin bir hastasıyım ben de. Bir önceki yazımda Twilighttaki Robert Pattinson'a olan hayranlığım hakkında küçük ipuçları versem de kendileri ayrı bir yazıyı hak ediyor bence.
Yakışıklı, zeki, karizmatik ve sesi de kendisinden de çok güzel olan Edward Cullen ve loser, klasik ergenler arasında kendini yalnız hisseden Bella Swan arasındaki fırtınalı aşkı anlatan bir seri Twilight. Fırtınası şurdan kaynaklanıyor: Edward bir vampir ama durun durun korkmayın. Kendisi vejeteryan:) İnsan kanı içmiyor. O ve ailesi Cullenlar normal insanlarla mutlu mesut arkadaşça kardeşçe yaşarken Bella'nın-Edward'ın 100 yıllık vampir hayatında beklediği insanın- gelmesiyle her şey altüst olur ve olaylar gelişiir.. diyelim de fazla anlatmayalım spoilera giriyor:)
Kitaplar sırasıyla: Alacakaranlık, Yeniay, Tutulma ve Şafak Vakti. Böyle ilginç bir karanlık, ay gibi şeyler olur da kurtadamlar olmaz mı:) Tabii ki de var. Bir tane ufaklık Jacob var Bella'nın peşinde. Kendisini görmeden sevmedim yahu o kadar:) Bu serinin sadece ilk kitabının filmi var şu anda: Twilight(2008). (Bu stili de torrent sitelerinden kaptım, orada da hep böyle film ve yanına da gösterim yılı yazıyor:) )
Filmde Edward'ı Harry Potter serilerinin Cedric Diggory'si Robert Pattinson, Bella Swan'ı da Kristen Stewart oynuyor. Kristen bana pek tanıdık gelmedi, zaten asıl ilgi alanım Robert olunca Kristen'a bakmadım pek, itiraf ediyorum. Yukarıdaki Vanity Fair çekimlerinden olan bir fotoğraf( Bu fotoğrafı buraya koymama izin verdikleri için Vanity Fair ailesine sonsuz şükranlarımı sunarım.:P.) var. Bu fotoğrafta da görüldüğü gibi inanılmaz uyumlu bir çift ki milyonlarca hayranları var zaten. İkinci filmin çekimleri izdiham şeklinde geçiyormuş İtalya'da. ( Ayy yine spoiler oldu, kitabın bir yerinde bir İtalya olayları var, vampirler olunca tarihi bir şeyler de işin içinde olacak elbette)
Bir de MTV Movie Awards 2009'da "best kiss"i almışlar, kutlu olsun:)
O zaman yazımızı filmden küçük bir alıntıyla bitirelim, okuyucularımızın affına sığınarak orijinal dilinde yayınlıyoruz:
"Edward: And so the lion fell in love with the lamb.
Bella : What a stupid lamb.
Edward: What a sick, masochistic lion. "

20.05.2009

uno dos tres quattro

bir insan kendi sınırlarını nasıl zorlayabilir:) artık 23 yaşına geldin di mi? akıllan uslan otur evinde...yoook efendim..
perşembe akşamı manzaradaki bol eğlenceli, bol müzikli(thanks to my little-in-size but big-in-heart hoparlör:) ) ve bol etrafa zarar vermeceli(çikonun ayakkabısı rahmetli oldu) bir geceden sonra cuma akşamı okulumuzun çimlerinde, cumartesi shantelde, pazar sortie'de ve en son olarak da pazartesi akşamı bedük'le çimlerde mezuniyetimizin acısını ve üzüntüsünü unutmaya çalıştık hep beraber..
gerçekten bitiyor ya..inanamıyorum..buraya geldiğim, yurda yerleştiğim ve akmerkezden okulun yolunu bilemediğim zamanları hatırlarım...
neyse efendim bu haftasonundan bana kalanları sıralayalım bi:
1-
uno dos tres quattro.. tüm hafta sonu bunlarla koptuk..pitbull adlı arkadaşımızın "i know you want me"...çok eğlenceli..müziği başlar başlamaz herkesi aynı anda içine alan ve "un dos tres" üçlemesinden sonra "4"ün ispanyolcada "quattro" olduğunu öğreten bir şarkı..tebrik ediyoruz çok başarılı:)

2-
alexander rybak.."i'm in love with a fairytale" ve onun adı da alexander rybak...eurovisionı baştan izleyemedim ki hadise birinci olacak sanıyordum..öyle bir reklamını yapıyorlardı ki norveç'i kaçırmışız gözümüzden..neyse ki oylamalarda yakaladım da bu güzel şarkıyı da bu tatlı çocuğu da kaçırmadım..kendisi müthiş derecede twilight'ın "romantik vampir"i (twilight serisini anlatırken edward cullen karakterini hep böyle anlatıyorlar yazılarda, sadece romantik kelimesi kendisine yetmiyor maalesef..yakışıklı, akıllı, zeki ve son derece centilmen sıfatlarını da eklemek lazım) robert pattinson'ına çok benziyor. çok başarılı..herkes babyface diyor kendisine ama böyle basit ve yüzeysel bir şekilde tanımayın kendisini. kendisi müzikle yakından alakalı bir aileden geliyor..23 yaşında ve yaptığı şarkılarla kendisine "dahi" yakıştırması yapılıyor. "Fairytale" şarkısından başka bir de "Foolin'" var ki daha çok dinlenilesi ve sevilesi..Ama "Fairytale" tabii ki benim gibi romantik komedilere ve böyle hikayelere "Ayy, çoook tatlıaaa" diyerek yaklaşan bir insan için daha uygun. Dinlemeye ve Alexander'ı takibe devam.

3-
bedük. bedük bedük bedük..gerçekten kendisini severdim..dün gece daha birçok sevdim. "automatik" şarkısına çektiği düğün salonu video kaseti konseptli klibiyle anlamsız bir şekilde ilginç zıplama ve kollar açık pozisyonuyla da yarım metre çapındaki bir alanı o kolları açma hareketiyle kendinize ayırıp insanları sizden kaçırmanıza neden olan kolbastıyı karadeniz yöresinin gençlerinin oyunu olmaktan çıkartıp tüm türkiyeye sevdiren bir insan kendisi. konserine de aynı gözlükleriyle, takım elbisesiyle ve o muzip gülüşüyle(ay bu kelime de ganimüjde tarzı bir tanımlama oldu ama muzip en uygunu gibi bu gülüşü tanımlamaya) gelmişti. sadece kendi ünlü şarkılarıyla değil coverlarıyla da coşturdu bizi. keşke daha çok kalsaydı..gitme bedüüük diyemedik artık dans etmekten çok yorulmuştuk çünkü en son "automatik"le halsiz bıraktı biz genç bedük severleri..

4-
madcon.. kendisi gidip kadirhastaki khasfestte gidip izleyemesek de kendilerinin kulağını "beggin' beggin yuuuu" ve "liaaar" diyerek bol bol çınlattık. çok güzel bu şarkılar yahu..ya da bizim kafamızın güzelliğinden midir nedir bu şarkıyı defalarca dinlememize rağmen bıkmamamız hatta hala şu anda dönmesi sürekli playlistimde:)

5-
duman.. gelmedin, gelemedin, üzdün bizi duman. biz seni çok seviyoruz ama bu okul bizi kavuşturamadı sana, konserin olacaktı, ezberledik şarkılarını ama sen gelmiyorsun. kimseyi sevmedik biz senden daha güzel.. gelmesen de severiz biz seni:) andık bol bol seni "haydi babam cooş, burda müziik hoş" diyerek kaanı taklit etmeye çalıştık aynı derecede kafamız güzel olmasa da yaklaşabilmişizdir umarım ona:)

benden bu kadar şimdilik, gördüklerimi yaptıklarımı kendime saklamak yerine size de aktarmak istedim. ne mutlu bana, ne mutlu:) geçmiş 19 mayıs sportsfest'iniz de kutlu olsun o zaman:)

not:bu arada bedükle pitbull da benziyorlarmış ya, resimleri ekleyince fark ettim
not 2: bir de alexander rybak'la robert pattinson çok benziyor dedim ya:) ikisi de aynı gün yani 13 mayıs 1986'da doğmuşlar.ikiz çıkarlarmış, ne gülerim:) güzel tesadüf..tesadüfleri severim:)

23.04.2009

küçük şeylerle mutlu olmak:)

Evet ne güzel di mi, bunu söylemek uygulamak. Geçen yazımın duygusallığının etkisi geçmeden yine sizi duygusal bir yazıya boğmak istemiyorum, "di mi sayın seyirciler?" Ay bunu da geçen bir festivalin sunucusu(hangisi olduğunu söylemeyim çocuk rezil olmasın:)) sürekli her cümlesinin sonunda nokta yerine bu cümleciği kullanıyordu. Bir de çok sevgili(!) başka bir arkadaşımın blogunda da yine aynı mantıkla her blog yazısının sonunda "Peki sizce nasıl sayın okuyucular?". Tamam da ne bu şimdi? Valla uyuz oldum. Biz insanoğlunu anlamak zor valla, yaptığımız her şeye bi onaylamaca istiyoruz mutlaka. Başkaları onay vermeden sanki yaptığımız şey bize hiçbir şey katmıyor gibi. "Sosyal varlıklarız şunun şurasında:)" dediğinizi duyar gibiyim, ay benim sayın seyircilerim, yerim sizi:P


Neyse yine geyiğe sardık, ne anlatıyordum bugün ben, hıh bugün çok güzel bir film izledim. "Ensemble, c'est tout" Fransızcası, Türkçesi "Biraradayız, mutluyuz" gibi bir şey. Kendi küçük hayatlarında mutsuz olan insanların biraraya gelerek birbirlerinin içindeki sevgi pıtırcıklarını ortaya çıkarması. Yukardaki resimde de görüldüüğü gibi hepsi birarada ve mutlu. Filmi izlerken onlarla beraber üzüldüm, beraber mutlu oldum. Tavsiye ederim, konusunu anlatıp sıkmak istemiyorum.

Beni böyle izledikten sonra mutlu eden, tekrar tekrar severek izleyebileceğim birkaç filmi buraya yazayım o zaman:

1- Amelie

Kesinlikle Amelie birinci sırada. Hangimiz bazen biraz Amelie olmak istemez ki? Yani en azından öyle bir insan var, o da benim. Tek yaptığı şu sıkıcı hayata bir renk katmak ve bunu sadece ve sadece olaylara herkesin baktığı gibi değil de biraz farklı ve olumlu gözlerle bakarak başarıyor. Bir kez o çok mutlu olduğu sahnede görme engelli bi amcayla yürüyüp ona çevresinde olup bitenleri anlatışı var ya:
"Let me help you. Step down. Here we go! The drum major's widow! She's worn his coat since the day he died. The horse's head has lost an ear! That's the florist laughing. He has crinkly eyes. In the bakery window, lollipops. Smell that! They're giving out melon slices! Sugarplum, ice cream! We're passing the park butcher. Ham, 79 francs. Spareribs, 45! Now the cheese shop. Picadors are 12.90. Cabecaus 23.50. A baby's watching a dog that's watching the chickens. Now we're at the kiosk by the metro. I'll leave you here. Bye! "
Görmeyen bir insana göz olması ve bizim de yaptığımız gibi hayatı ve hayatın içindeki güzellikleri tam anlamıyla göremeyen birkaç kişinin gözlerini film boyunca açabilmesi:) Çok güzel bu film, yine izleyesim geldi.

2- Jeux D'enfants

Bu filmi nasıl daha önce izlememişim, bilmiyorum. Filmde çalan "La vie en rose"u o kadar çok dinledim ki oda arkadaşlarım benden bayıldı sanırsam:) Film hakikaten de Fransızca çevirisi gibi birebir "Çocuk Oyunları"yla geçiyor. Bir küçük oyuncak üzerinden geçen ve onla sonlanan hem hüzünlü hem eğlenceli bir hikaye. Bir de oyuncular o kadar şirin ve rollerine o kadar tam olmuşlar ki, ay çok tatlılardı valla. Oyun üzerinden geçen aşk hikayeleri yine oyunla son buldu, tamam son bulmadı ama yine de keşke devamını görebilseydik üzüldüm sonunda:(

Daha başka filmler de var da canım bunları yazmak istedi şimdilik.:)

15.03.2009

15 dakikalık şöhret


ıssız adam dalgası daha ne kadar devam edecek derken şimdi bir de "kızsız adam" çıktı. Başını izlediğimde beğenmemiştim ama baktım her yerde çıkmaya başladı bu elemanlar(yoyoya selamlar:), kendisi bu eleman lafını çok bulaştırdı bize de) her yerde çıkmaya başlayınca ve facebook'ın yeni home sayfasında insanların video postlarında sürekli görünce izlemeden edemedim.(Bu arada tam facebook ile bağımı koparayım derken bu twittervari yeni home sayfasındaki videoları izlemeye sardım çok fena!)
Kızsız Adam güzelmiş, zaten böyle aykırı tipler çıkıp bir şeyler yapmasa olmaz ama buna uğraşmışlar bayağı. Başroldeki kISSIZ adamımız da yukarıdaki resimde gördüüğünüz komik insan-Hayrettin Karaoğuz. Kendisi orjinal ıssız adamdan çok daha iyi ve komik bir insan. Tabii ki benden kaçmaz:) Hemen Facebooku var mı diye bakıp ordan profil fotosunu sizler için arakladım. Kendisinin tek kişilik gösterisi var fln. Bayağı aktif bir kişilikmiş aslında. Ama dün Disko Kralı'nda da anılan Endi Vorhol( okan bey bunu böyle telaffuz ediyo, doğru da söylüyo ama yazınca çok komik görünüyo) amcamızın da söylediği gibi "Herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacak!" sözü Hayrettin için geçerli olmuş bile. Umarım ünü sadece 15 dakikayla da sınırlı kalmaz. Bol bol görürüz onu televizyonlarda:)

30.12.2008

snowwhite!


Snow White, bizim küçüklüğümüzden beri tanıdığımız sevdiğimiz saf ama güzel masal kahramanımız "Pamuk Prenses"in orijinal adı..
İngilizceyi ilk sökmeyi başladığım zamanlardan beri merak ederdim, Snow White yani KarBeyaza nasıl olur da "pamuk" yakıştırması yapılır diye.. Çünkü biz güneyliyiz ve oralara kar pek uğramaz ki bir kez ben ortaokuldayken uğradığında, hocası öğrencisi bahçeye koşup 2 mm kalınlığı geçmeyen karı toplayıp toplayıp birbirimize atmıştık. Ve oralarda "kar oynamaya gitmek" diye bir kavram vardır. Kar yağar Toroslara, çoluk çocuk alınır mangal malzemeleri buz kesmiş sert bir kar denizinin ortasında dona dona neşe(!) içerisinde sucuk ekmekler yapılır, eğlenilir. Yani bizim için kar sert bir şeydir öyle pek pamuklukla alakası yoktur.
Ki bu kar olayının aslını hazırlıktayken ancak 18 yaşımda keşfettim. Aslında kar yağdığında gayet yumuşak böyle pamuk parçası parçası yağarmış.:)) nereden bilelim ama değil mi?:) zaten ilk kar yağışını gördüğümde dikkatimi çeken başka bir şey de: yurtta tüm pencereler kapalıyken bir tek ben ve başka bir adanalı arkadaşım pencereden izliyorduk snow white'ı:)..
Bugün de öyle oldu..O kadar güzeldi ki her yer.İzlemeye doyamadık valla..Hem de böyle bir yılbaşı "Cingıl bells, cingıl bells!" ortamı da oluşmuş durumda her yerde..İstanbula çok yakışıyor kar! Bembeyaz o güzellik..
Hayat da böyle değil mi sevgili okuyucularım, en soğuk en korkutucu şeyler de bazen böyle bir yandan çok güzel olabiliyor..:))
(O değil de, bir de kar olayının kar tatili kısmını görsek güzel olacaktı, neyse!)

21.10.2008

i sing my sooong!!

bazen öyle güzel şarkılar oluyor ki ve öylesine bir bakıyorum ki shuffledan kendisi karşıma çıkmış. Robbie Williams'ın "Strong" şarkısı da öyle. Ne zaman nereden yükledim hatırlamıyorum ama bugün kendisi öyyle güzel denk geldi ki:

"You think that I'm strong you're wrong
You're wrong
I'll sing my song my song my song"

diyor ki çok güzel diyor. Böyle için bir kötü olduğu zamanlarda dinlemek iyi geliyor, geldi de:) Bazen böyle zamanlarda gelir ya insana bir şarkı diline dolanır atamazsın senin iç sesin olur. Travis'in "why does it always rain on me?" gibisi mesela, kendisi bir zamanlar msn iletim bile olmuştur ki vakti zamanında msn iletine yazdığın şeyler önemli şeylerdi. ah ah gençlik!

Not: Ki Robbie'yi severim yani,bu şarkısını da uzun zamandır dinlemiyordum, her şarkısını ay ay çok tatlı diye dinlemesem de, şu "She's the one" adlı şarkısı da aynı böylee çok güzel bir şarkıydı videosuyla beraber..

27.08.2008

juno:juno

Junoyu sinemada izlemiştim bugün bilgisayarımı karıştırırken dip köşede bi yerlerde filmin sountracklerini buldum. Hazır dinlerken filmi de bi daha izleyim dedim. İzlemişken de sizi sevgili blog okuyucularımla paylaşim dedim-aslında gerçekten var mı okuyan onu da bilmiyorum ki-. Junoyu izlemeyenler için çok yazılacak bir konusu yok aslında. Bir kız erkek arkadaşından hamile kalır ve çocuğu aldırmak yerine onunla mutlu olabilecek bir aileye evlatlık vermeye karar verir. Bu aileyi bir gazete ilanı sayesinde bulur ve bu çiftten bayanımız tam bir anne olmak için doğmuşken baba pek de öyle görünmemektedir. Neyse anlatmiim daha fazlasını.. Bu filme gidip de beğenmeyen duymadım. Çok şeker ötesi bir film..
Buraya koymak için resim ararken yukarıdaki afişi buldum çok tatlı. Karakterlerin hepsine bir şey yazmışlar: soldan sağa
  • el pasota: duygusuz.. bunu o çocuk istemeyen adama yazmışlar ki doğru bence..sevmedim kendisini..
  • la ingenua: saf.. evet ya bu kadının tek isteği anne olmak. bakalım kahramanımız başarabilecek mi ? ee sonu söylenmez filmin tadı kaçar:)
  • juno: ee juno işte...
  • el del delsiz: yanlışın çıktığı yer.. evet kendisi o çocuğun babası..no more comment:D
  • la confidente: sırdaş. ay bu kadın nerden tanıyorum diodum "ten things i hate about you"daki müdürü izlerken. burdanmış. konu saptı pardon...kendisi junoya yardım edio çok sağolsun..
  • el incondicional:geniş yürekli.. hakkaten lisedeki kızının hamile olmasını bu kadar kolay kabullenmesi ..pes valla..
neyse çok uzatıyorum da. bi de müzikleri hakikayen çok güzeldi "I don't see what anyone can see in anyone else but you"lu şarkıyı hatırlamışsınızdır:

o şarkı o kadar güzel ki.ikisi de çok şeker söylüyorlar.. Bu şarkı Moldy Peaches grubunun bi şarkısıymış. O gruptakiler bile hayran kalmışlar şarkının bu haline.gitar öğrenip çalmak istiyorum hemen...

23.08.2008

before/after after/before

eveet maroon 5 yeni klip yapmış. "goodnight goodnight" şarkılarına ki benim en çok sevdiğim şarkılarından biridir...klip de çook güzel olmuş. önceden hiç böyle bir klip çekilmiş miydi bilmiyorum ama before/after fikri çook tatlı olmuş. şarkının sözlerine de uygun olarak sevgilisiyle birlikte olduğu zamanlar "before" ayrıldıktan sonrası "after" olmuş..oynayan da adam levine olunca insan daha ne ister?:)

16.08.2008

I burn, I pine, I perish!

Bu filmin en güzel satırları belki de.Ten things I hate About You'dan bahsediyorum.Hala izlememiş olan azınlığa belirteyim. Ben de belki de çok önceden izlemiştim galiba tam hatırlamıyorum, bilmiyorum ama bugün tekrar izledim diyelim. Çok çok güzel, güzel ötesi bir filmdi. Heath Ledger inanılmaz bir insan. Filmi tekrar tekrar izleyesim var. Şu anda zaten müziklerini indirdim, dinliyorum tekrar tekrar. Filmin aslı filmde de çok görünen Shakespeare'in Taming of the Shrew(Cadalozun inadını kırma-tamamen kendi çevirim-) adlı oyunuymuş. İlgilenenler bakabilir. Şahsen ben sabrım yeterse ve eski ingilizceden bir şey anlayabilirsem bakmayı düşünüyorum. Ay bu arada filmde Patrick'in şarkı sahnesi de süperdi. Onu da hatırlayalım:


Kendi sesi mi bilmiyorum ama böyle tatlı bir şarkı söyleme böyle şebeklik de yoktur herhalde.
Ben buraya çok tatlı çok tatlı yazıp duracağıma, gideyim filmi bir daha izleyim en iyisi...

çok geç gelen edit: Shakespeare'in oyunun Türkçe çevirisi tabii ki de varmış "Hırçın Kız". Metnini de netten buldum, okudum. Çok eğlenceli bir metin. Sahnelendiği zamanlar da olmuş, kaçırdım. İsimler de Petruchio di Verona ve Katherina:))