5.12.2010

paris - 5 aralık 2010

başlık bulamadım aman öyle olsun...
paris'e gelmek burada yaşamak hep hayalimde olan bir şeydi, zaten söylemiştim size. ama burada olmanın zorluklarını, kolaylıklarını, güzelliklerini, kötülüklerini keşfediyorum bazen yavaş yavaş, bazen birdenbire...
ama burayı seviyorum..
burası benim "into the wild"ım..
atina'daki yaşamımı da seviyordum, orada olmak 2000 yıllık tarihiyle fazlasıyla gurur duyan ve bu gururun bedelini tüm avrupaya ödeten bir milletle yaşamaya çalışmak ve orada bir türk olmak.. kolay olmadı tabi, ama aklımda hep güzellikleri kaldı tabii ki. hatta sonu kötü biten birkaç arkadaşlığımda bile hep güzel noktaları güzel anıları bende yaşatıyorum.orada hayatım boyunca değer vereceğim çok güzel insanlarla tanıştım, çok güzel ve eğlenceli çok uluslu bir ortamda bulundum, sabaha kadar denizde yüzdüm, şarkıcılara çiçek attım, şişmanladım zayıfladım, işten çıktım gittim saganakimle kolokitokeftedesimle güzel ev yapımı şarabın tadını çıkardım. güzel havası ve güzel yemeği olan, insanlarının hedonizmin son noktasındaki yaşamını gördüm...

ama paris.. buraya ilk geldiğimden beri fransızcam acayip gelişti bir kez, kendim çalışmam da bir yere kadarmış, buraya gelip konuşmak geliştirmek gerekiyordu, geliştirdim.. insanları gördüm, burada en sevdiğim şey, çok güzel bir karışım olması buranın,
mesela metroya bindiğinizde bile gördükleriniz inanılmaz. burada evsizlere SDF yani sans domicile fixe yani sabit adresi olmayan deniliyor. burada evsiz demek kaba bir tanım..insanlar SDFlere saygı gösteriyor, hatta sırf keyfi nedenlerle bu yaşamı seçen bir sürü insan var, onların gerekçesi bu modern tüketim toplumuna aşırı derecede karşı olmaları, ama ironik olan da hayatta kalmalarını sağlayan o tüketim toplumunun bir parçası olan insanlar. komik!
ikincisi metroda birden burnunuzun ucunda hoparlörü ve mikrofonuyla gelmiş bir şarkıcı bulabilirsiniz. binmeleri serbest ve hakikaten de güzel müzik yapıyorlar, şahsen kendilerinin seslerini kaydediyorum. küçük bir arşiv oluşturucam, ileride ünlü olurlar bakarsınız. hatta belki bilenleriniz vardır, ünlü bir keman virtüözü metroda çalıyor ve insanlar durup bakmıyor, yazık! o kadar çok şekilci olmuşuz ki..buraya bakarsanız ne demek istediğimi anlayacaksınız.
metroda üçüncü sevdiğim şey ise metroda insanların çeşitliliği, tüm dünyayı küçük bir metro vagonuna sıkıştırabilen bir yer burası.. hem karmaşa hem düzen bir arada, o çeşit çeşit deri renginin, kıyafetlerin, yaşın, bakışların ayrı olması o insanları birbirinden ayırmaz birbirine birleştirir, farklılıklarını kutladıkları yer bir metro vagonu!
fransa'nın mottosunu bileniniz vardır belki: "liberte, egalite, fraternite" yani özgürlük, eşitlik, kardeşlik..burayı güzelce tanımlayan bu bence. bakmayın fransızlar hakkında burnu büyük ve diğer milletleri aşağılayan bir millet olduklarını söyleyenlere, bu ülkede burada doğup büyüyen herkes fransız, ırkla olan bir şeyden çıkmış, bir kimlik olmuş. ağızlarında belki farklılıklarının altını çizenler olabilir, ama onları da ellerinde kebapla gezip akşam bir hindistan restoranında japon bir ailenin kızıyla karşılıklı yemek yerken görürseniz, farklılıklara saygının ne demek olduğunu anlarsınız.

ve onlar kadar ilk önce bir şeye karşı çıkıp sonra da seven yok.
1- eyfel kulesi: yapıldığında metal yığını denmiş, şimdi ondan vazgeçemiyorlar..
2- sacre coeur: montmarte köyünde(evet eskiden orası şehrin dışında bir köymüş) tepede olan kilise, ilk yapıldığında yine sevilmemiş,şimdi önünde parislilerden ve dünyanın dört bir yanından gelen insanlardan geçilmiyor.
3- rue du faubourg st denis: ilk başta petite turquie diyip biraz göçmen mahallesi diye anılan yer, şu anda buranın en moda ikoncanlarının takıldığı yer haline gelmiş.

ay daha anlatacak çok şey var, burada duralım şimdilik..

1 yorum:

phoibe dedi ki...

naime, c'est magnifique !