ouaouau (yunancada şaşırma eylemi, wları yok maalesef)
az önce en anarşik yazımı yazmışım, hiç bir daha okumadan direk "yayınla" tuşuna bastım ve fark ettim ki böyle şeyleri yazdıkça rahatlıyorum, hemen gittim "facebook"sayfamdan buraya olan linki de direk kaldırdım, şimdiye kadar izleyenlerden de ne kadar okuyan olacak bilmiyorum ama artık kafama estiği gibi biraz anarşik biraz düşünsel biraz oradan buradan yazmaya başlıyorum.
ama şunu da belirtmek isterim, ben de ne kadar dışında olmak istesem de sonunda bazı noktalarda tabii ki bu sistem çarkının içindeyim ve çıkamıyorum, bir nevi Matrix'teki Neo'yum diyebiliriz. Takip edecek beyaz tavşanı arıyorum ama henüz kırmızı hapı alacak düzeyde değilim sanırsam, ya da çok daha önceden bu seçim bana sunuldu ama ben gidip mavi hapı aldım:)
O zaman yaptığım bu hata yüzünden acı çekmeye devam edeceksem en azından yazıp rahatlama evresini kendime terapi olarak görebiliriz.
"Into the Wild" filmini çok sevdiğimden bahsetmiştim. Filmin müziklerinin de sözlerini takip ederseniz filmin safhalarıyla uyumlu gidiyor. Bu şarkılardan en güzeli "Society" adlı şarkı. Bu şarkının sözleri gerçekten çok anlamlı,
Şarkıyı buradan dinleyebilirsiniz, ayrıca şarkının sözleri de burada, çok acı değil mi, çocuğun düşüncesi ve yaptıklarını özetleyen bir iki satır sadece: "Society you crazy breed, hope you are not lonely without me"
bir bölümde chuck bass'in söyledikleri de bayağı bir ayıltıcı:
"The world you're looking for only exists from the outside.The only reason I survive in it is because I always knew it was empty.."
15.10.2010
25.09.2010
into your inner self...
"into the wild"ı izlediniz mi?
Chris Mccandless adında maceracı bir ruhun hikayesini anlatıyor. Gerçek bir yaşam öyküsünden alınma. Chris'in hayatı üzerine olan yine bir maceraperest Jon Krauker'in kitabından alınıp Sean Penn tarafından beyazperdeye taşınmış.
Benim de hayatım için planladıklarımı duyanlar sürekli bu filmi izlememi tavsiye ediyordu. İzledim ve ağlamaktan gözlerim şişti. Bu film benim ve yapmak istediğim her şeyin ve ayrıca bu hayatta anlamlandıramadığım çoğu şeyin açıkça gösterildiği, yerildiği ve üzerine gidildiği bir film.
İzlemeyenler için filmi daha da baltalamak istemem. Ama azıcık da olsa şu anda var olan hayatınızı sorguluyor ve başka bir çağda yaşasanız şu andaki yaşamınızda vazgeçilmez saydığınız çoğu şeyin o çağda ne kadar anlamsız olacağı gerçeğinin farkına varıp gökyüzüne, doğaya ve her canlıya farklı bir bakışla bakmaya çalışıyorsanız bu filmi izleyin, ya da izlemeyin. İnsan izledikten sonra bu konuda yalnız olmadığının ayırdına varıp daha çok rahatsız oluyor şu anki yaşantısından çünkü.
Özellikle bu bir yılı kendime ayırarak iyi mi kötü mü yaptım diye düşünen bana hiç de iyi gelmedi, ben de benzer bir şeyi yapmayı düşünmedim değil. Bu bir yıldan sonra geçen hafta İstanbul'a gittiğimde İstanbul'u ve oradaki yaşamımı daha farklı gözle görmeye başladım mesela. Ayasofya'ya daha önceden bu kadar hayranlıkla bakamadığımı ve gördüğüm ve görebileceğim en güzel günbatımlarından birinin İstanbul'da olduğunu anladım. Yabancıların tüm dünyayı gezdikten sonra bile hala İstanbul'u neden hayranlıkla karşıladıklarını anladım. Bunları 5 senelik üniversite hayatım boyunca sadece kafa sallayarak onaylarken şimdi her düşüncemle her bakışımla onaylıyorum.
Lafı yine dağıttık ama gerçekten bu hayatta yaşarken kesinlikle toplumun sizin için belirlenmiş çizgisinden gitmeyi önermiyorum. Bu biraz acı verici olabilir, topluma ayak uyduramamak, belirli şeylerin dışında kalmak, insanlara bunu anlatmayı biraz görev sayıp boş yere nefes tüketmek yeri geldiğinde. İnanın, hayatta toplumdan önce ilk etapta kendimizi düşünüp biraz daha türk temel deyişiyle "el ne der?" mantığından çıkıp sizi hayatta mutlu eden gerçek şeyi bulmak için çaba harcamanız dileğiyle.
not: bu mutluluğun iki parça kıyafet ve kartvizitteki ünvanınızdan öte olduğunu siz de biliyorsunuz.
Chris Mccandless adında maceracı bir ruhun hikayesini anlatıyor. Gerçek bir yaşam öyküsünden alınma. Chris'in hayatı üzerine olan yine bir maceraperest Jon Krauker'in kitabından alınıp Sean Penn tarafından beyazperdeye taşınmış.
Benim de hayatım için planladıklarımı duyanlar sürekli bu filmi izlememi tavsiye ediyordu. İzledim ve ağlamaktan gözlerim şişti. Bu film benim ve yapmak istediğim her şeyin ve ayrıca bu hayatta anlamlandıramadığım çoğu şeyin açıkça gösterildiği, yerildiği ve üzerine gidildiği bir film.
İzlemeyenler için filmi daha da baltalamak istemem. Ama azıcık da olsa şu anda var olan hayatınızı sorguluyor ve başka bir çağda yaşasanız şu andaki yaşamınızda vazgeçilmez saydığınız çoğu şeyin o çağda ne kadar anlamsız olacağı gerçeğinin farkına varıp gökyüzüne, doğaya ve her canlıya farklı bir bakışla bakmaya çalışıyorsanız bu filmi izleyin, ya da izlemeyin. İnsan izledikten sonra bu konuda yalnız olmadığının ayırdına varıp daha çok rahatsız oluyor şu anki yaşantısından çünkü.
Özellikle bu bir yılı kendime ayırarak iyi mi kötü mü yaptım diye düşünen bana hiç de iyi gelmedi, ben de benzer bir şeyi yapmayı düşünmedim değil. Bu bir yıldan sonra geçen hafta İstanbul'a gittiğimde İstanbul'u ve oradaki yaşamımı daha farklı gözle görmeye başladım mesela. Ayasofya'ya daha önceden bu kadar hayranlıkla bakamadığımı ve gördüğüm ve görebileceğim en güzel günbatımlarından birinin İstanbul'da olduğunu anladım. Yabancıların tüm dünyayı gezdikten sonra bile hala İstanbul'u neden hayranlıkla karşıladıklarını anladım. Bunları 5 senelik üniversite hayatım boyunca sadece kafa sallayarak onaylarken şimdi her düşüncemle her bakışımla onaylıyorum.
Lafı yine dağıttık ama gerçekten bu hayatta yaşarken kesinlikle toplumun sizin için belirlenmiş çizgisinden gitmeyi önermiyorum. Bu biraz acı verici olabilir, topluma ayak uyduramamak, belirli şeylerin dışında kalmak, insanlara bunu anlatmayı biraz görev sayıp boş yere nefes tüketmek yeri geldiğinde. İnanın, hayatta toplumdan önce ilk etapta kendimizi düşünüp biraz daha türk temel deyişiyle "el ne der?" mantığından çıkıp sizi hayatta mutlu eden gerçek şeyi bulmak için çaba harcamanız dileğiyle.
not: bu mutluluğun iki parça kıyafet ve kartvizitteki ünvanınızdan öte olduğunu siz de biliyorsunuz.
24.09.2010
hayatımda neler değişti?
Evet en son yazımı yaklaşık bir 7 ay önce yazdığım için bir ketçap yani catch-up yapalım bakalım:
...hımm....biraz düşüneyim, her şey de buraya yazılmaz ama..
- Yunanistan'da gezmediğim yer çok az kaldı diyebilirim. Türkiye'de bu kadar gezmemişimdir, birkaç kişi gidiyorsak arabayla, tek başımaysam adım adım her yerini gezdim, gördüm, anlamaya çalıştım, Yunanların bu krizden kurtulabilmesi için daha çok fırın ekmek yemesi lazım.
- Çok insan tanıdım. Şirketin de uluslararası olması sayesinde birçok farklı ülkeden arkadaşım oldu. Amerikalısı, Fransızı, Çinlisi, Beninlisi bayağı bir insanla tanıştım, gezdim eğlendim.
- Küçük bir Avrupa turu yaptım, Türkiye'den Onur ayarladı sağolsun, adım adım Roma'yı , Barcelona'yı, Valencia'yı ve mon amour Paris'i gezdik. 9 günlük kısa ama dolu dolu bir geziydi. Gezdiğim yerleri bir daha bir daha anlatmaya gerek yok ama Paris'e aşık oldum!!!
- Fransızca öğrenmeye başladım. Evet, Paris'e gitmeye karar verdikten sonra farz oldu. Fransa'da yaşamanın öncelikli şartı maalesef(aslında maalesef değil, çok güzel bir dil) Fransızca öğrenmekten geçiyor. Ben de "öğrenirim o zaman" diyerekten Fransızca öğrenmeye başladım. Tarzanca gibi Türkçeme inat Fransızcayı inanılmaz bir hızda öğreniyorum, konuşması dinlemesi çok zevkli bir dil. Hele anlayınca daha da güzel oluyor.
- Bol bol denize girdim.. Çingene çocukları gibi kapkara ayaklarım var şu anda! Yunanistan'ın bol güneşli günlerinden, dolunaylı gecelerinden faydalanıp bol bol denize girdim. Adamlar yaşıyor valla!
Ay bu liste bitmez, neyse sonra devam edelim, en başta aklıma gelenler bunlar.
...hımm....biraz düşüneyim, her şey de buraya yazılmaz ama..
- Yunanistan'da gezmediğim yer çok az kaldı diyebilirim. Türkiye'de bu kadar gezmemişimdir, birkaç kişi gidiyorsak arabayla, tek başımaysam adım adım her yerini gezdim, gördüm, anlamaya çalıştım, Yunanların bu krizden kurtulabilmesi için daha çok fırın ekmek yemesi lazım.
- Çok insan tanıdım. Şirketin de uluslararası olması sayesinde birçok farklı ülkeden arkadaşım oldu. Amerikalısı, Fransızı, Çinlisi, Beninlisi bayağı bir insanla tanıştım, gezdim eğlendim.
- Küçük bir Avrupa turu yaptım, Türkiye'den Onur ayarladı sağolsun, adım adım Roma'yı , Barcelona'yı, Valencia'yı ve mon amour Paris'i gezdik. 9 günlük kısa ama dolu dolu bir geziydi. Gezdiğim yerleri bir daha bir daha anlatmaya gerek yok ama Paris'e aşık oldum!!!
- Fransızca öğrenmeye başladım. Evet, Paris'e gitmeye karar verdikten sonra farz oldu. Fransa'da yaşamanın öncelikli şartı maalesef(aslında maalesef değil, çok güzel bir dil) Fransızca öğrenmekten geçiyor. Ben de "öğrenirim o zaman" diyerekten Fransızca öğrenmeye başladım. Tarzanca gibi Türkçeme inat Fransızcayı inanılmaz bir hızda öğreniyorum, konuşması dinlemesi çok zevkli bir dil. Hele anlayınca daha da güzel oluyor.
- Bol bol denize girdim.. Çingene çocukları gibi kapkara ayaklarım var şu anda! Yunanistan'ın bol güneşli günlerinden, dolunaylı gecelerinden faydalanıp bol bol denize girdim. Adamlar yaşıyor valla!
Ay bu liste bitmez, neyse sonra devam edelim, en başta aklıma gelenler bunlar.
yine, yeni, yeniden
Bu nilüferin bir şarkısının ismiydi..Taa ben ilkokul 1'deyken bu şarkıda okuma bayramında dans etmiştim, Nilüfer olmuştum yani.
Bu bloga aylardır uğramadığımı fark edince, bugün bir tekrar bakayım dedim, ve bu şarkı aklıma geldi.
Tekrar yazmam gerekiyordu tabii ki de..
Bakıyorum herkeste bir sosyal paylaşım manyaklığı oluşmuş, hatta had safhada! Hele Türkiye'de benim bulunmadığım bir yıl içerisinde Tweeter manyaklığı almış başını yürümüş. Benim başlarda vardı ama bir yerden sonra 140 karaktere hapsolmanın anlamsızlığıyla bıraktım tweetlemeyi.
Blogumu özlemişim ama, dün Ankara'dan dönerken yolda bir dinlenme tesisinin yazısı çok hoşuma gitti:
"Acele etmeyin, sizi seviyoruz."
Karşılıksız, anlamsız bir sevgi gösterisi olmuş ama olsun ben de seni seviyorum blogum hem de karşılıksız, illa da herkes okumak zorunda değil, ben yazarım, ben okurum, kime ne:)
Bu bloga aylardır uğramadığımı fark edince, bugün bir tekrar bakayım dedim, ve bu şarkı aklıma geldi.
Tekrar yazmam gerekiyordu tabii ki de..
Bakıyorum herkeste bir sosyal paylaşım manyaklığı oluşmuş, hatta had safhada! Hele Türkiye'de benim bulunmadığım bir yıl içerisinde Tweeter manyaklığı almış başını yürümüş. Benim başlarda vardı ama bir yerden sonra 140 karaktere hapsolmanın anlamsızlığıyla bıraktım tweetlemeyi.
Blogumu özlemişim ama, dün Ankara'dan dönerken yolda bir dinlenme tesisinin yazısı çok hoşuma gitti:
"Acele etmeyin, sizi seviyoruz."
Karşılıksız, anlamsız bir sevgi gösterisi olmuş ama olsun ben de seni seviyorum blogum hem de karşılıksız, illa da herkes okumak zorunda değil, ben yazarım, ben okurum, kime ne:)
3.02.2010
bu arada blogumu sürekli ihmal ediyorum ve buraya yazdıklarımın yarısı bu özürler şeklinde..bence daha çok ilgilenmeliyim.
yunanistan anılarımı buraya yazacaktm ama deftere yazmak daha kolay geldi boş buldukça oraya yazıyorum. 5 ay oldu o kadar çok şey oldu ki, o kadar çok şey yapmışız ki, dolu dolu geçiyor. birkaç liste yapalım blogumuz da boş kalmasın:
geldiğimden beri gezdiğim şehirler:
- atina ** burada yaşıyorum, öğrenmediğim yeri kalmadı**
- selanik **selanikin atinadan güzel olduğunu görmeden anlayamaz insan**
- olympia ** olimpiyatların doğduğu topraklar, sporcu olup da burayı görmemek ne büyük şanssızlık**
- porto rafti **nüfusu normalde 5000 olup yazın 150000e çıkan sahil kasabası, o kadar insanı nasıl sığdırıyorlar, anlayabilmiş değilim**
- sounio **yunanistan anakarasının türkiyeye en yakın ucu, poseidon tapınağına çıkıp doğasına ve deniz tanrısı poseidona tapmamak elde değil**
- patras **rio'ya benzeyen karnavalı var diye gittim, şarap içip boş sokaklarda bol bol foto çektirdim**
- corinthos **bunu şehirden saymamak lazım da hadi korinthos kanalının hatrına sayıyorum kendisini**
- napflio **burası masal gibi, o kadar şirin ki**
- pire **atinanın dibi, güya farklı bir şehir ama dipdibeler ve yılda 19 milyon turisti ağırlayan limanına laf yok**
yiyecek/içecek
- souvlaki ** bildiğimiz döner dürüm ama burada içine caciki koyuyorlar daha bi hoş oluyor**
- bugaca **bildiğimiz poğaça değil maalesef:) içine krema koyuyorlar bir tatlı kendisi, onun dışında selanikin bugacası bizim sarıyerin peynirli böreğinden**
- frape **sabah öğlen akşam arada yatarken her zaman her zaman. kahveyi mikserle soğuk suda köpürt içine buz parçaları koyup karıştır. oh iç iç iç..sonra aşırı kafeinden kalp çarpıntısı yapsın**
- ouzo **bizim rakının daha bi hafifi, hatta su koymuyorsun direk buz atıyorsun.
- rakomelo ve inomelo kardeşler ** rakı artı bal ve şarap artı bal olarak tanımlayabiliriz:) gayet de güzeller sıcaklar tatlılar daha ne olsun**
yunanistan anılarımı buraya yazacaktm ama deftere yazmak daha kolay geldi boş buldukça oraya yazıyorum. 5 ay oldu o kadar çok şey oldu ki, o kadar çok şey yapmışız ki, dolu dolu geçiyor. birkaç liste yapalım blogumuz da boş kalmasın:
geldiğimden beri gezdiğim şehirler:
- atina ** burada yaşıyorum, öğrenmediğim yeri kalmadı**
- selanik **selanikin atinadan güzel olduğunu görmeden anlayamaz insan**
- olympia ** olimpiyatların doğduğu topraklar, sporcu olup da burayı görmemek ne büyük şanssızlık**
- porto rafti **nüfusu normalde 5000 olup yazın 150000e çıkan sahil kasabası, o kadar insanı nasıl sığdırıyorlar, anlayabilmiş değilim**
- sounio **yunanistan anakarasının türkiyeye en yakın ucu, poseidon tapınağına çıkıp doğasına ve deniz tanrısı poseidona tapmamak elde değil**
- patras **rio'ya benzeyen karnavalı var diye gittim, şarap içip boş sokaklarda bol bol foto çektirdim**
- corinthos **bunu şehirden saymamak lazım da hadi korinthos kanalının hatrına sayıyorum kendisini**
- napflio **burası masal gibi, o kadar şirin ki**
- pire **atinanın dibi, güya farklı bir şehir ama dipdibeler ve yılda 19 milyon turisti ağırlayan limanına laf yok**
yiyecek/içecek
- souvlaki ** bildiğimiz döner dürüm ama burada içine caciki koyuyorlar daha bi hoş oluyor**
- bugaca **bildiğimiz poğaça değil maalesef:) içine krema koyuyorlar bir tatlı kendisi, onun dışında selanikin bugacası bizim sarıyerin peynirli böreğinden**
- frape **sabah öğlen akşam arada yatarken her zaman her zaman. kahveyi mikserle soğuk suda köpürt içine buz parçaları koyup karıştır. oh iç iç iç..sonra aşırı kafeinden kalp çarpıntısı yapsın**
- ouzo **bizim rakının daha bi hafifi, hatta su koymuyorsun direk buz atıyorsun.
- rakomelo ve inomelo kardeşler ** rakı artı bal ve şarap artı bal olarak tanımlayabiliriz:) gayet de güzeller sıcaklar tatlılar daha ne olsun**
oscar adayları
oscar adayları açıklanmış..naçizane fikrimi hatta isteklerimi söleyim ben de:))
en iyi film: zaten kesin avatar alır açık ara:)
en iyi senaryo: up alsın up alsın lütfen lütfen:))
en iyi kostüm: imaginarium of doctor parnassus, heath ledgerın hatrına...ama gerçekten de hak ediyor, etmiyor mu:)
en iyi müzik: açık arayla up,bu kadar tatlı bu kadar acıklı bu kadar gülümseten bir soundtrack zor bulunur. bir nevi melih kibarın hababam sınıfı için bestelediği müzikler.. yavaş çalınca duygusal hızlı çalınca da duygusal, ay bir dakika öyle olmayacaktı neyse:)
en iyi animasyon: up dememe kimse şaşırmasın.. gerçi diğer adaylardan bir tek coralinei izledim ama olsun up diyelim biz ona şimdilik.
diğerleri hakkında yorum yapmıyorum avatar aday olduğu her bölümde yeterince baskın, ve kazanmayı da hak ediyor.
onun hakkında da düşüncelerimi yazmamışım tabii ki de. avatarı iki kez izledim ve ikisinde de james cameronun yarattığı o dünyadan, o dünyanın hem saflığından hem güzelliğinden etkilendim. ben de avatar olmak istedim, insanlardan insan olduğumuzdan açgözlülüğümüzden nefret ettim, aslında "insan" kelimesinin anlamını unuttuğumuzu bir kez daha gördüm.
en iyi film: zaten kesin avatar alır açık ara:)
en iyi senaryo: up alsın up alsın lütfen lütfen:))
en iyi kostüm: imaginarium of doctor parnassus, heath ledgerın hatrına...ama gerçekten de hak ediyor, etmiyor mu:)
en iyi müzik: açık arayla up,bu kadar tatlı bu kadar acıklı bu kadar gülümseten bir soundtrack zor bulunur. bir nevi melih kibarın hababam sınıfı için bestelediği müzikler.. yavaş çalınca duygusal hızlı çalınca da duygusal, ay bir dakika öyle olmayacaktı neyse:)
en iyi animasyon: up dememe kimse şaşırmasın.. gerçi diğer adaylardan bir tek coralinei izledim ama olsun up diyelim biz ona şimdilik.
diğerleri hakkında yorum yapmıyorum avatar aday olduğu her bölümde yeterince baskın, ve kazanmayı da hak ediyor.
onun hakkında da düşüncelerimi yazmamışım tabii ki de. avatarı iki kez izledim ve ikisinde de james cameronun yarattığı o dünyadan, o dünyanın hem saflığından hem güzelliğinden etkilendim. ben de avatar olmak istedim, insanlardan insan olduğumuzdan açgözlülüğümüzden nefret ettim, aslında "insan" kelimesinin anlamını unuttuğumuzu bir kez daha gördüm.
11.01.2010
yunan olmak
- yunan olmak gidecegi yere minimum yarim saat gec kalmaktir.
- yunan olmak turkleri bir yandan sevmemek ama bir yandan da sevmektir.
- yunan olmak dort bir tarafi denizlerle cevrili olup ve yuzlerce balik cesidinden yararlanmayip gidip domuz eti, koyun eti yemektir.
- yunan olmak restoranini 2de acmak, 2ye 10 kala gelen musteriyi masaya oturtmamaktir.
- yunan olmak yilbasinda 1den sonra disari cikmaktir.
- yunan olmak akşam yemeği davetini 23.00den sonra vermektir.
- yunan olmak dünyanın dört bir yanındaki kitaplarda, filmlerde adı geçen mitolojik kahramanların vatanından olmaktır.
- yunan olmak gazete ve dergilere ingilizce başlık koyup altına yunanca yazmaktır.
ve çok daha fazlası:))
seviyoruz burayı yahu:)
ve çok daha fazlası
- yunan olmak turkleri bir yandan sevmemek ama bir yandan da sevmektir.
- yunan olmak dort bir tarafi denizlerle cevrili olup ve yuzlerce balik cesidinden yararlanmayip gidip domuz eti, koyun eti yemektir.
- yunan olmak restoranini 2de acmak, 2ye 10 kala gelen musteriyi masaya oturtmamaktir.
- yunan olmak yilbasinda 1den sonra disari cikmaktir.
- yunan olmak akşam yemeği davetini 23.00den sonra vermektir.
- yunan olmak dünyanın dört bir yanındaki kitaplarda, filmlerde adı geçen mitolojik kahramanların vatanından olmaktır.
- yunan olmak gazete ve dergilere ingilizce başlık koyup altına yunanca yazmaktır.
ve çok daha fazlası:))
seviyoruz burayı yahu:)
ve çok daha fazlası
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)